kitapbuch.blogspot.com.tr https://kitapbuch.blogspot.com.tr: KİTAP ÖZETİ-1:Türklerin Altın Çağı (1.Bölüm)
SON 5 KİTAP YORUMU: "Memleket Hikayeleri"..."Semerkant"....."Kendine Bir İyilik Yap"..... "Kablolardaki Hayalet"... "Kazaklar"... KİTAPBUCH... /// "Bir şeyler okumak için"......"etwas zum lesen"......."to read something" KİTAPBUCH ///

28 Nisan 2018 Cumartesi

KİTAP ÖZETİ-1:Türklerin Altın Çağı (1.Bölüm)



Türklerin Altın Çağı 

Yazarı    : Prof.İlber ORTAYLI
Türü      : İnceleme
Kategori : Ortaöğretim / Yetişkin

  

Kitabın Özeti


Prof. Dr. İlber ORTAYLI'nın Türkler ve Türklerin yazılı tarihini anlattığı "Türklerin Altın Çağı" kitabı; önsöz ve 11 bölümden oluşmaktadır.

Yazar nispeten kısa tuttuğu 3 sayfalık önsözünde, tarihe bakışını ve Türklerin tarih sahnesindeki rollerini özlü bir şekilde anlatmıştır. Burada özellikle vurguladığı (kitabın içerisinde de belirttiği) tez; dünya tarihinin her safhasında Türklerin olduğu, Türkleri göz ardı ederek dünya tarihinin incelenemeyeceği hususudur.

Bunun yanında önsözde;

     - Tarih eğitiminde eşzamanlı bir usulün takip edilmediği (bir olay anlatılırken çağdaş coğrafya ve olayların incelenmediği),

     - Türklerin tarihinin VI.  yüzyıldan da geriye (Orhun Kitabelerinden daha eskiye) gidilmesi gerektiği,

      - Kanunu ile Osmanlı'nın Tuna İmparatorluğu haline geldiği fikirleri de vurgulanmıştır. 



I
Nasıl Bir Tarih?

         Kitabın ilk bölümünde; tarih, tarih bilinci, tarihçi, tarih yazımı, tarih eğitimi ve resmi tarih gibi kavramlara yer verilerek, olması gereken ile mevcut durum karşılaştırılmış, alınması gereken mesafe ve geleceğe ait öngörüler ortaya konmaktadır.
         Toplumlardaki mevcut farklılıkların sebebinin üç unsur, yani dil, din ve coğrafya olduğu, bu farkı doğuran şeyin ise “tarih” olduğu anlatılmaktadır.
Söz konusu farklılığı algılamak, yani toplumsal farklılıkların farkında olmak ise “tarih bilinci” kavramı ile anlatılmaktadır. Tarih bilincinin seviyesinin, kişilerde; aile, toplumsal sınıf, eğitim ve ekonomik durumla, toplumlarda ise; ortak hafıza, kimlik, din ve dille ilişkili olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda; Fransa'nın Marne'i, Rusya'nın Leningrad'ı olduğu gibi, bizim de vatanseverliğimizin bir ispatı olan Çanakkale Savaşındaki şuurun pek çok ülkede görülmediği, yine bizim 1453'ten 93 Harbi(1977-1978)'ne kadar onlarca savaş ve anlaşmanın milli şuurumuzun oluşmasını sağladığı belirtilmektedir.
Uygar toplumların tarih bilincini geliştirmek maksadıyla, "tarih eğitimine" ciddi eğildikleri; hatta Osmanlı uyruklu kavimlerin örneğin Bulgarların 19.yüzyıldaki ilk gazetelerinde "milli tarih ve coğrafyaya” sütun ayırdıkları belirtilirken, ülkemizde bu bilince henüz ulaşılamadığı "tarih ilmimizin henüz inşa aşamasında olduğu" vurgulanmaktadır. Bu bilincin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu zihniyetinde isabetli ve dengeli olduğu, fakat geçen sürede kurucu mantıkla uyuşmayan "700 yıllık Osmanlı tarihini dışlayan" bir tarihsel bilimin türediği vurgulanmaktadır.
Bütün bu kavramlardan ve örneklerden sonra kitapta, doğal olarak "tarihçi" ve niteliklerine geçilmektedir. Tarih bilincini oluşturacak metinleri yazacak olan tarihçinin nitelikleri ise; "iyi bir hafıza, müzik, lisan (üç ölü, üç yaşayan dil vukufiyeti), yaş (kırkından sonra iyi tarihçi olunamayacağı), zamana uyumsuzluk (huzuru mazide aramak), merak hissi, konuşma yeteneği " olarak sıralanmaktadır.
         Bir tarihçinin eserini kaleme alırken, yani tarih yazımında  nelere dikkat edeceğini soracak okura, kitapta; "evrensel, tek bir tarihçi tipi ve üslubu olamaz, zira her toplum tarihin konusu olma bakımından eşit değildir." cevabı verilmektedir. Bu tez; "kendi tarihlerini detaylı yazan, hatta komşu toplumları (örneğin Germenleri) bile kayıt altına alan Romalılarla, İranlıların Asya’daki bazı Türkler’den bahsetmesinin tarih yazımında aynı metotlarla incelenemeyeceği, aynı evrensel tarih yaklaşımının sergilenemeyeceği, bir ülkede istatistikle elde edilen bir sonucun farklı bir ülke/coğrafya da etkisiz kalacağı" ile anlatılmaktadır. Bu konudaki bir sorunsalın da; "zaman problemi, yani eşzamanlılık (bir toplumun yaşadığı olayla eşzamanlı olarak komşu coğrafyada neler olduğunun irdelenmesi) konusunda tarihi verilerin yokluğu ya da varsa bunlara ulaşma zorluğu" olduğu açıklanmaktadır. Kitapta müteakiben; "tarih yazım tekniklerinin” önemine vurgu yapılmakta, bu kapsamda; "filolojik (dil bilimi) malzeme, paleografik (eski yazı çeşitleri) malzeme, nümüzmatik (sikkecilik) malzeme, epikgrafik (kitabe) malzemelerin kullanımı, sigilografi (mühürleri inceleyen dal) kavramı" gibi tekniklerin bilinmeksizin bu işin yapılamayacağı vurgulanmakla birlikte, tekniğin yanında tarihin bir de sanat yönünün olduğunu; Doğan Özlemin "Tarih Felsefesi" kitabındaki bir alıntıyla, "Tarih bilim değildir. Biliminde üstünde bir şeydir." sözüyle açıklamaktadır. Bütün bunlara ilave olarak, kim olursa olsun tarihçinin, sosyal durumu ve yetiştiği çevrenin yazımlarında etkisinin olmayacağını iddia etmenin doğru olmadığı, tarihçinin yazım işine "tabula rasa" yani "boş bir zihinle" girişmediği, zaten bu nedenle aynı tarihi olaylara farklı yaklaşımların çıkabildiği belirtilmektedir. Gerçi kitabın bu bölümündeki bilgiler okuyucunun aklına "iş bu kadar karışıksa ise ne okuyalım?" sorusunu getirse de, tarih okurken nesnel bakış açısına alan ihtiyacı da ortaya koymaktadır. Bu sorunun cevabını her okuyucu kendi verecek olsa da, tarihçi olmayanlar için "kimi/kimleri okuyalım sorusu?" ne okunacağından daha önemli hale gelmektedir.
Tarih eğitimi nasıl olmalı başlıklı soruya, ilk cevap "tarih bölümleirnin lisans üstü hale getirilmesi" şeklinde verilmekte, bu kapsamda 18 yaşındaki çocukları (üniversiteye girenleri) tarih, hukuk gibi ciddi bilimleri okutmak için lisans eğitimine tabi tutmanın cinayet olduğu, tarihin ancak üniversiteyi farklı bir alanda bitirdikten sonra ayrı bir disiplin olarak okutulması gerektiği belirtilmektedir. Buna ilave olarak tarih yazımındaki önemli noktalar;
- Tarihin devamlı araştırılması,
- Tarihin devamlı yazımı,
- Yazımlarda “Osmanlı kroniklerinden" yani "vakayinamelerden", İlhanlılar devri kayıtlarından, bizimle çok içli dışlı olan ve hatta bizden fazla bizi yazmış olan İtalyan devletlerinin kayıtlarından istifadeyle tarihin ana hatlarının ortaya konulması gerektiği,
- Romantizmle sunulan bir tarih anlayışının (efsaneleştirmenin) gerçekçi ve faydalı olmadığı,
- Yazılanın kitlelere ulaştırılmasının önemli olduğu,
- Tarihi karakterler hakkında iyi veya kötü bir hüküm vermeye gerek olmaksızın yazım yapılabileceği,
- Tarihe yönelik ciddi bir ilgisizlik, bundan ve Türk yazılı tarihindeki yazılı kaynak eksikliğinden kaynaklı  "yetersizlik" sorununun aşılması gereken büyük bir engel olduğu,
- Tarih yazımından daha önce yapılacak işin, çocuklara liselerde dünya tarihi ve edebiyat metinlerinin okutulması olduğu" hususları yer almaktadır.
Resmi tarih yöntemi ve buna karşılık alternatif tarih olmak üzere iki yöntemden bahsedilerek, resmi tarih yönteminin olumsuz algılanmaması gerektiği, bu yöntemin "mutlaka cehalet ve yöntemsizliğin hakim olduğu" bir üslup olmadığı belirtilerek, iki örnekle "Alman ve Rus resmi tezleriyle) bu husus açıklanmaktadır. Bu işin bizdeki yansımasının ise çok da ayakları yere basan bir durumda olmadığı metinden anlaşılmaktadır. Zira verilen 3 örnek üzerinden (Türklerin Orta Asya'dan göç yolları haritası, Akdeniz'in zamanında bir Türk Gölü olduğu, 1.Dünya Savaşı'nı müttefiklerimiz kaybettiği için bizim de kaybetmiş sayıldığımız tezleri) mevcut durumumuz  eleştirilmekte, bununla ilgili "yüzeysel ve bazen komik çözümlemelere başvurduğumuz ve tarihimizi anlatırken efsane yüzünden gerçeğin aktarımını yapamadığımız" tespitleri yapılmaktadır.
Bu bölümün sonuç bölümünde, "daha alınacak epey yolumuz olduğu" belirtilerek, mevcut halimiz; "filolojik olarak donanımsız, boş konuşmayı seven bir memleketin tarih yazımının hazin öyküsü" olarak tanımlanmakta, bölümün son cümlesi ise, "15-20 yıl sonra Türkiye'de tarihçiliğin çok büyük gelişmeler kaydedeceği" ifade edilerek, gelecekten ümitli olunduğu vurgulanmaktadır.
Viator
kitapbuch.blogspot.com.tr